ULUSLARARASI YAPTIRIMLARIN HUKUKSAL BİR ANALİZİNE DAİR İNCELEME
Devletlerin veya uluslararası aktörlerin kendi çıkarları doğrultusunda en fazla kazanımı
elde etmek adına uygulamaya koydukları yönteme genel itibariyle yaptırım şeklinde
nitelendirilebilir. Bu yaptırımlar özellikle uluslararası ilişkiler açısından Soğuk Savaş
döneminde sıkça ortaya çıkan bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürmüştür. En dikkat çekici
özelliği ise silahların kullanımı ile ortaya çıkan yıkımın tersine çatışmasız geçen sürecin karşı
tarafı yıpratma etkisidir. Bu durumu en iyi şekilde nitelemek gerekirse Sun Tzu’nun;
“Savaşmaksızın başkalarının ordularını alt etmek, hünerlerin en iyisidir.” sözünden pay
çıkarılabilir. Buna karşın yaptırımların süresi ve niteliğinden kaynaklı olarak karşı tarafta yıkıcı
bir etki bırakabilir ve bu yüzden “örtülü savaş” olarak da adlandırılabilir.
Yaptırımlar, uluslararası ilişkiler alanındaki güçlü bir aktörün daha güçsüz bir aktöre
karşı, yapmakta olduğu bir eylemi durdurması ya da yaptığı bir yanlışı düzeltmesi amacıyla
uygulamaya koyduğu eylemler bütünü olarak ifade edebilir. Yaptırım savaşla başvurmaksızın
bir devleti uyarmak veya kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek amacıyla
uygulanmaktadır. Genel olarak yaptırımlar, hedef ülkeyle ticaret ve yatırımların kesilmesi ve
hedef ülkenin uluslararası ticaret alanında mal alıp satmasının engellenmesidir. Amaç
ekonomik anlamda rakip ülkeyi etkisiz bir hale getirip kendi çıkarları doğrultusunda bir girişim
içerisine sokmalarını sağlamaktır. Buna karşın yaptırımların özellikleri bölgesel veya diğer
etmenlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bunlar askeri, siyasal veya ekonomik olmak
üzere çeşitlendirilebilir. Uluslararası yaptırımlar genel olarak silahlı kuvvet kullanmayı
gerektiren ve silahlı kuvvet kullanmayı gerektirmeyen uluslararası yaptırımlar olarak ikiye
ayrılmaktadır. Bunlara ek olarak uluslararası kamuoyunu etkisi altına alabilmek için boykot,
ambargo, abluka ve misilleme gibi değişik etkiler gösterebilecek yaptırım türleri de mevcut
durumdadır. Ancak bu yaptırımlarının sürdürülebilir ve etkisinin en başından sonuna kadar
devam ettirebilmek için yaptırım uygulayan ülkelerin tam bir iş birliği ve uyum içinde
çalışması şarttır. Aksi halde bu durum beklentileri tam manasıyla karşılayamayabilir. Bir başka
şekilde belirtmek gerekirse büyük devletlerin desteklemediği bir yaptırım kararının başarıya
ulaşma şansı neredeyse hiç yoktur. Tarihsel süreçte en sık uygulanan uluslararası yaptırımların
abluka ve ambargo olduğu görülmektedir. Bu iki yaptırım türü hem savaş zaman hem de barış
zamanı uygulamaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaptırımların türleri uluslararası sistemin
yapısına, uygulanacak olan devlet sistemine veya o ülkenin tehdit limitine göre değişiklik
göstermektedir. Örneğin boykot, genel olarak ilgili ülkenin tüm mal ve hizmetlerine
uygulanabileceği gibi spesifik mal veya hizmet gruplar› üzerine de uygulanabilir. Bir diğer
yaptırım olarak misilleme ise bir devlete karşı yönelen dostça olmayan bir davranışla yine bu
devlet tarafından dostça olmayan bir davranışla karşılık verilmesi şeklinde tanımlanabilir.
Ancak dikkat edilmesi gereken husus ise misillemenin hukuka uygun olabilmesi için; öncelikle
karşı tarafın uyarılması, kullanılan gücün zorunluluk sınırları içinde kalması ve haksız saldırı
ile misilleme arasında uygun bir oranın bulunması şarttır. Bunlara ek olarak bir diğer unsur ise
zararla karşılık ilkesidir. Bu durum bir devlete karşı yönelen hukuk dışı bir davranışla yine bu
devlet tarafından hukuk dışı bir davranışla karşılık verilmesidir. Ancak bunun uygulanabilmesi
için gerekli şartlar mevcuttur. Bunlar; diğer devletin uluslararası hukuka aykırı bir fiilde
bulunması, bir düzeltme isteğinde bulunulması ve bu isteğin reddedilmesi, iki eylem arasında
bir orantı bulunması ve üçüncü taraflara zarar verilmemesi. Bu şartlar gerçekleşse dahi zararla
karşılık yöntemine başvurulmasının Birleşmiş Milletler Antlaşması’yla yasaklandığı kabul
edilmektedir. Başka bir yaptırım türü olan abluka ise en basit tabir ile düşman sınırlarına giriş
ve çıkışın engellenmesidir. Ayrıca abluka hem savaş hem de barış dönemlerinde uygulanan bir
yöntemdir. Ablukanın başarıya ulaşabilmesi için iki tane önemli husus mevcuttur. Bunlar;
abluka yapan ülkenin “kararlı ve güçlü” olması ve abluka yapan ülkenin “Kriz Yönetimi”ne
vakıf olması gerekmektedir. Diğer yaptırım türlerinde olduğu gibi ablukanın da belli şartları
mevcuttur. Yetkili bir otorite tarafından ilan edilmek, zaman bildiriminden sonra tesis edilmek,
sadece müzakere başarısızlığından sonra kullanılmak ve aşırı olmamak zorundadır.
Günümüzde başarılı bir abluka için ablukayı uygulayan ülkenin veya örgütün ekonomik
gücünden öte askeri gücü ön plana çıkmaktadır. Abluka uygulamalarının başarısını etkileyen
bir diğer unsur da abluka uygulanan ülkenin dış ekonomik ilişkilere olan bağımlılığı, tersinden
söylemek gerekirse, kendi kendine yeterlilik derecesidir. Son unsur ise ambargo olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ambargo; bir ülkeyi ekonomik ya da siyasi açıdan zor duruma
düşürmek için, o ülke ile ekonomik ilişkisi bulunan ülke ya da ülkelerin bu ülkeye mal ve
hizmet satımlarını engellemek üzere önlemler alınmasıdır. Ulusal gücün en önemli
unsurlarından biri olan ihracat ve ithalatın kontrol altına alınmasının yaptırıma maruz kalan
ülkeyi hem ekonomik hem askeri hem de siyasi bakımdan oldukça zor durumda bırakması bu
yola başvurulmasının en önemli sebebidir. Özellikle ihracatın içerisinde özel teşebbüsün büyük
pay› bulunan ülkelerde, bir veya birkaç ülkeye karşı girişilen ambargo uygulamalar› bu
kesimlerin çıkarlarını zedelediğinde faaliyete geçen baskı gruplar›, yönetimi, ambargoyu
kaldırmaya veya hafifletmeye zorlayabilmektedirler. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi,
uluslararası barışın tehdit edildiği durumlarda diğer yollara başvurulmasını bir ön koşul olarak
görmeden yaptırım uygulanması kararı verebilir. Nitekim silahlı kuvvet kullanılmasını
gerektirmeyen tedbirlerin etkinliği tüm üye devletlerin katılımıyla artarken, silahlı kuvvet
kullanılmasını gerektiren tedbirlerin üye devletlerin tümünün askeri katılımı ile
gerçekleşmesine ihtiyaç hissedilmemektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi barış ve
güvenliği koruma altına almak ile sorumludur. Konsey, barışa yönelik tehdit, barışın bozulması
ya da saldırı eylemi durumlarından birisinin gerçekleşip gerçekleşmediğini saptamakla
yükümlüdür. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 42. maddesi ise, 41. maddede gösterilen
önlemlerin uygun ya da yeterli olmaması halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması
ve yeniden tesisi için hava, deniz ve kara kuvvetleri aracılığıyla gerekli görülen her türlü
önlemin Güvenlik Konseyi tarafından uygulanabileceğini belirtir. Bununla birlikte Güvenlik
Konseyi yaptırımlara ilişkin bir karar verdiğinde, bu karar tüm Birleşmiş Milletler üyeleri için
bağlayıcıdır. Güvenlik Konseyi yaptırım kararlarını ancak uluslararası etkileri olan bir olaya
karşı alabilir. Basit bir şekilde örneklendirmek gerekirse küreselleşen bir dünyada hiçbir ülke;
çevreyi kirletiyorum ama “kendi ülkemde”, vatandaşlarıma kötü muamele ediyorum ama
“kendi vatandaşlarıma” gibi mantıksal çözümlemelerden yola çıkarak hareket edemez. Dikkat
edilmesi gereken en önemli husus ise uluslararası yaptırımların başarısını etkileyen birçok
faktör bulunmaktadır. Kısaca değinmek gerekirse uygulayan devletin kararlılığı buna bağlı
olarak uygulanan yaptırımdaki mal veya ürüne olan bağımlılık derecesi, stratejik konumların
ele geçirilerek coğrafi şartlarda üstünlük edinilmesi, yaptırım karının alınması ve
uygulanmasındaki sürecin hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi, değişen koşullar neticesinde
yaptırımı kendi avantajına çevirme durumu, hedef ülkenin uluslararası statüsü, yaptırıma
maruz kalan ülkedeki üst tabakanın olumsuz yönde etkilenmesini sağlayabilme kapasitesi gibi
birçok faktör etkili olabilir. Buna karşın yaptırımların olumsuz etkileri de mevcut olmaktadır.
Bu olumsuz tablo yaptırımların uluslararası toplum nezdindeki ‘inandırıcılığını›’ azaltmakta
ve bu durum yaptırımların başarıya ulaşması için gerekli olan uluslararası desteği arkasına
alamamasını beraberinde getirmektedir. Uluslararası destekten yoksun olan yaptırımlar bir de
yanlış yöntemlerle uygulamaya konulunca başarısız bir dış politika aracı haline dönüşmektedir.
Yaptırım uygulanan ülkeyle yoğun ticari faaliyetleri olan ülkelerin bu yaptırım sonucu büyük
ekonomik kayıplara uğraması yaptırımların olumsuz bir yanıdır. Günümüze dek uygulamaya
konulan yaptırımların çoğunun hedeften sapmış ve dolayısıyla başarısız olduğunu gösteren
çalışmalar vardır. Örneğin uluslararası yaptırımlardan sadece %34’ü amacı doğrultusunda
başarıya ulaşmıştır. Yaptırımların hedef ülkede doğurduğu ekonomik, siyasi, askeri ve
sosyolojik etkiler konusunda iki önemli konuya vurgu yapmak gerekir. Birincisi bir ülkeye
karşı yaptırım uygulanması o ülke halkının daha da kenetlenmesini ve yabancı düşmanlığını
beraberinde getirebilir. Bu ise ulaşmak istenen amaçlar› zorlaştırmaktadır. İkinci olarak,
yaptırımlar çoğunlukla ilgili ülke halkını daha da fakirleştirmekte ama elit kesimi pek de
etkilememektedir. Bu da halkı daha da marjinalleştirmektedir. Ulusal Katolik Kiliseler
Konferansı’na göre; yaptırımlar askeri olmayan bir alternatiftir ve savaşın yıkıcı etkileriyle
yüzleşmeyi, saldırıyı ve hukuk-dışı davranışları engellemektedir. ABD’nin uyguladığı tektaraflı yaptırımlar, yaptırıma maruz kalan ülke kadar kendisine de zarar vermektedir. Amerikan
yaptırımları çoğunlukla uluslararası iş birliğinden uzak olduğu için yaptırıma maruz kalan ülke
kendisine yeni ticari partnerler bulmakta zorlanmamakta ve genellikle bu partnerler ABD’nin
rakipleri olan diğer büyük güçler olmaktadır. Yakın tarihimiz açısından ele alınacak bir
yaptırım örneği olarak ise Irak gösterilebilir. Irak’a yönelik gerçekleştirilen yaptırımlar
savaştan daha yıkıcı etki göstermiştir. Milyonlarca Iraklı ülkelerindeki olumsuz koşullar
nedeniyle Ürdün gibi ülkelere göçmüştür. Yaptırımların yan› sıra; Saddam yönetiminin orta
sınıf mensubu Iraklıların mallarını devletleştirmesi ve yaşanan savaş korkusu da bu göçlerde
etkili olmuştur. Yaptırımların Irak halk› üzerindeki belki de en olumsuz etkisi ülke genelinde
Batı karşıtlığını arttırmış olmasıdır. Saddam Hüseyin yönetimi de bu durumdan istifade ederek
halkın desteğini kazanmak istemiştir. Irak’a karşı uygulanan yaptırımların başarısızlığının en
somut kanıtı yıllarca yaptırıma maruz kalmasına rağmen Saddam rejiminin yıkılamaması ve
ancak askeri bir operasyonla bunun başarılabilmiş olmasıdır.
Uluslararası yaptırımlara kimi zaman uluslararası hukuka aykırı hareket eden bir ülkeyi
bu fiilinden vazgeçirmek amacıyla başvurulsa da çoğu zaman bu uygulamalar büyük güçlerin
ulusal çıkarlarını korumak adına kullandıkları bir araç haline dönüşmüşlerdir. Özellikle ABD,
müdahil olduğu hemen hemen bütün uluslararası sorunlarda yaptırımlara başvurmaktadır.
Yaptırımlar ilgili ülke halkına zarar verdiği ölçüde hukukiliğini kaybetmekte ve insan haklar›
göz önünde bulundurulduğunda hukukiliği tartışma konusu olmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder