KÜBA BUNALIMI VE FÜZELER KRİZİ
Türkiye-ABD ilişkilerinin önemli bir kilometre taşını oluşturan ‘Küba Füzeler Krizi’
uluslararası kamuoyu üzerindeki etkisini ve soğuk savaşın niteliğini önemli bir ölçüde
şekillendirmiştir. Gelişen olayların öncesine bakıldığında ise adeta bir ‘kelebek etkisi’ söz
konusu olup sürekli ve devamlı olarak ABD-SSCB arasında kurulan rekabetin bir neticesi
olarak göze çarpmaktadır. Dolayısıyla artan gerilimin tek bir sebebe bağlanması doğru
olamaz. Soğuk savaşın sıcak çatışmaya dönebileceği bu olayı daha iyi anlayabilmek adına
dönemin siyasal ortamını iyi analiz etmekte fayda vardır.
Postadam Konferans’ından isteğini elde edemeyen SSCB, boğazlar üzerindeki
talepleri ilişkilerde gerilimi arttırmış daha sonrasında ise Kars ve Ardahan’ın istenmesiyle
birlikte kamuoyunda büyük rahatsızlığa sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla SSCB’nin bu tutumu
bir tehdit olarak algılanmış ve bu durum Türkiye’yi bir başka büyük güç olan ABD’nin
yanında yer almasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte dönemin ABD dışişleri bakanı
yardımcısı Dean Acheson’ın yaptığı konuşmada açık bir şekilde iki kutuplu sistemin
temelleri atılmış ve bu sisteme ABD’nin yanında yer alarak Türkiye de dahil olmuştur:
“Dünyada yalnız iki büyük devlet kalmıştır... Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği.
Biz antik zamanlardan beri görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız. Roma ve Kanaca’dan
beri dünya üzerinde böyle bir güç kutuplaşması görülmemiştir... Birleşik Devletler için
Sovyet saldırganlığı veya komünist baskısı ile tehdit edilen ülkeleri kuvvetlendirmek yolunda
atılacak adımlar... Birleşik Devletler’in güvenliğini sağlayacaktır. Bu da özgürlüğün
kendisinin savunulması demektir.
Özellikle SSCB’nin Türkiye’ye karşı izlemiş olduğu bu saldırgan politika neticesinde
Türk kamuoyunda oluşan Sovyet karşıtlığı dolayısıyla Türkiye’nin ABD’ye karşı olan
tutumunu daha ılımlı bir hal almasına sebebiyet vermiş ayrıca Truman Doktrini ve Marshall
Yardımları sonrası Türkiye-ABD ilişkileri daha da ilerleme kaydetmiştir. Buna karşın 1952
yılında Türkiye’nin NATO üyeliğinin onaylanmasıyla birlikte artık net bir şekilde başta ABD
olmak üzere batılı devletlerin yanında yer aldığını göstermiş oldu. Başta belirtildiği üzere
‘Küba Füzeler Krizi’ni tetikleyen birçok etmen olup bu olaylar neticesinde gerilimin giderek
daha da arttığı ve tarafların bir önceki şartlara göre daha keskin manevralar gerçekleştirdiği
bir uluslararası ortam oluşturulmaktaydı. Hem ABD hem de SSCB bu karşılıklı güvensizlik
ortamı içerisinde üstün gelme ve caydırıcılık politikaları bir türlü kesin olarak
sonuçlandıramıyordu. Dolayısıyla her iki ülke de bu rekabet içerisinde özellikle ekonomik
anlam da büyük harcamalar içerisindeydi. Bununla birlikte özellikle Avrupa devletleri bu
durumdan hoşnutsuzluk içerisinde olmakta ve bu durum toplumların tümüne yansımaktaydı.
SSCB’nin sınırlarında ABD destekli bir Türkiye’ye karşı elini güçlendirecek olan en
önemli kozu ise devrim sonrası sosyalist bir görüş çerçevesinde yönetilen ve ABD’ye karşı
bir tutum sergileyen Küba ile kurduğu ilişkiler olmuştur. Ancak bu durum ABD tarafında hoş
karşılanmamış ve dönemin ABD başbakanı John F. Kennedy tarafından bu tehdide karşı
önemler alınmaya çalışıldı. ...Kennedy CIA’in hazırlamış olduğu plan doğrultusunda
Küba’ya Amerikan güçleri aracılığıyla gerçekleşen ve sürgündeki bin dört yüz Kübalı
tarafından gerçekleştirilen Domuzlar Körfezi Çıkarma’sı gerçekleşti. Bu çıkarma
başarısızlıkla sonuçlandı ve başkan John F. Kennedy bu olay sonrası bütün sorumluluğu tek başına üstlenmek zorunda kaldı. Küba’ya gerçekleştirilen bu saldırı sonrası SSCB’nin
tutumu ise her türlü baskıya karşı Küba’nın yanında yer alacağını bildirdi. Bu durum özellikle
Amerikan iç politikasında büyük tartışmalara sebep olurken uluslararası kamuoyunda da
giderek artan bir komünizm tehdidi yer almaya devam etmiş oldu.
Soğuk savaşın sona erdirilmesi amacıyla SSCB tarafından yeni politikalar izlenilmesi
gerektiği öne sürüldü ve bu bağlamda ‘barış içinde bir arada yaşama’ politikasını uygulamaya
geçirilmesi tartışılmıştır. Özellikle her iki süper gücünde geri adım atmamaları ve tükenmek
bilmeyen bu rekabet ortamı uluslararası ortamda olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca
insanlar üzerinde bıraktığı psikolojik etki düşünüldüğünde uzlaşmaya varmanın her iki taraf
adına da önemli bir adım olacağı savunulmuştur. ...Nikita Kruşçev 20. Kongrede Sovyet dış
politikasına dair kimi yeni açılımlar getirmiştir. Dış politika değişikliği iki süper güç arasında
çıkması olası nükleer savaşın önlenmesini amaçlıyordu. Sovyet teorisine göre ABD ve
Sovyetler Birliği, birbiriyle uzlaşmaz siyasi ve ideolojik hatalarına rağmen birbiriyle
savaşmaksızın barış içerisinde var olabilirdi. Kruşçev bu düşünce tarzını güçlendirmek için
uluslararası barış konferanslarına katılacak, uluslararası ziyaretlerde bulunacaktır.3 Ancak
geliştirilen bu politikaya başta Sovyet muhalifleri karşı çıkmış ardından ise Küba devletince
de ABD’ye karşı hiçbir şekilde taviz verilmeyeceğini ve var olan güçleriyle mücadelelerine
devam edeceklerini bildirmişlerdir. Bu politikanın hayata geçirilememesinin altında yatan
temel sebep ise ABD’ye karşı olan güvensizlikten kaynaklanmaktaydı. Ayrıca bu politika
ABD’nin çıkarlarıyla da uyuşmamaktaydı.
28 Ekim 1959’da Türk Hükümeti, ABD ile 15 adet orta menzilli ve nükleer başlıklı
Jüpiter füzesinin Türk topraklarına yerleştirilmesi hususunda anlaştı. Türk kamuoyunda bu
füzelerin yerleştirilmesine SSCB’yi kışkırtacağı gerekçesiyle karşı çıkanlar olsa da hükümet
ve askerî yetkililer, Jüpiterlerin Türkiye’nin askeri gücünü arttıracağına inanmaktaydı.
Nitekim füzeler 1957’den itibaren kademeli olarak Türk topraklarına yerleştirilmeye
başlandı, fakat füzelerin ateşleme sistemi ve savaş başlıklarının takılması 1962 ortalarında
tamamlanabildi.4 SSCB’nin Küba ile artan diyalogları sonrası ilk girişimlerin başarısızlıkla
sonuçlanması doğrultusunda ABD lehine atılacak en doğru adımın kendi topraklarından çok
uzakta yer alan ve SSCB’yi büyük ölçüde tehdit edebilecek olan füzeler sayesinde rakibine
karşı olan caydırıcılığı büyük oranda arttırmış oldu. Böylece Küba merkezli ve dolaylı olarak
SSCB destekli bir saldırıya karşı elinde bulundurduğu bu koz bir başka açı ile bakıldığında
ise sıcak çatışmayı önleyici bir girişim olarak yorumlanabilir. Tek bir merkezde gelişen güç
ise başta en büyük rakibi üzerinde olmak üzere küresel boyutta yıkıcı etkilere sebebiyet
verebilir. Bir başka deyişle ABD-SSCB arasında gerçekleşen bu silahlanma yarışı aslında her
iki tarafın da karşılıklı olarak kontrol altında tutulmasını sağlayan rekabet olarak
adlandırılabilir. Böylece bir tarafın attığı adıma karşılık diğer tarafın verdiği tepki denge
unsurunu ortaya çıkarmıştır.
‘Küba Füzeler Krizi’ne giden bu yolda ABD-SSCB ilişkilerini çıkmaza sokan bir
diğer olay ise U-2 casus uçağının düşürülmesi olayıdır. 1 Mayıs 1960 günü Pakistan'ın
Peşaver kenti üzerinden deneyimli pilot Francis Gary Powers yönetiminde Sovyet
topraklarına giren uçak, Sovyet SA-2 füzeleri tarafından vurulduktan sonra düştü.5 Uçağın
düştüğü 1 Mayıs ve ertesi günü hiçbir taraftan ses çıkmazken ilk resmi açıklama 3 mayıs
günü Sovyetler Birliği lideri Nikita Khruschev'den geldi. Khruschev bildirisinde Sovyetlerin
1 mayısta bir Amerikan uçağını düşürdüğünü açıkladı.6
Gelişen bu olay neticesinde ABD ile
SSCB arasındaki ortam daha da gergin bir hal almıştı. Bununla birlikte U-2 casus uçağının
Adana İncirlik hava üssünden kalkması sonucu daha önce kopma noktasına kadar gelen
Türkiye-SSCB ilişkilerini de çıkmaza sürüklemiş oldu. Böylelikle Türkiye adına bu
çatışmasız geçen süreç içerisinde bulunmak bile kazanımlar sağlamakla birlikte belli ölçüde
risk altına girdiğinin de bilincine varılmış oldu. Böylece bu mücadele sürecinin uzaması
Türkiye açısından çok yönlü etkilere sebep olmuştur. NATO müttefiki olarak bu mücadele
içerisinde yer alan ve başta ABD olmak üzere batı devletlerine kendi çıkarlarını da gözeterek
bağımı bir devlet haline getirilmiştir. Ayrıca stratejik açıdan büyük bir potansiyele sahip olan
Türkiye, bu müttefiklerine sağladığı ayrıcalıklar sadece o günün politik şartlarına göre
uygulanarak devreye sokulduğu için ileriye dönük olarak bakıldığında elini zayıflatacak
hamleler olarak adlandırılabilir. Bilakis askeri boyutlu ABD tarafından gerçekleştirilen
yardımlar yine ileriye dönük olarak bakıldığında ABD’nin çıkarlarıyla uyuşmaktadır.
Özellikle Marshall yardımları ile başlayıp daha sonra Jupiter füzeleri ile devam eden bu
askeri boyutlu yardımlar Türkiye’yi başta askeri ve ekonomik dolayısıyla siyasi açıdan
ABD’ye karşı bağımlı bir hale getirmiştir. Ayrıca bu askeri yardımların neticesinde yedek
parça ihtiyacı ve bakım masrafları göz önüne alındığında az önce de belirtildiği üzere
getirisinden çok götürüsü daha çok olmuştur. Buna karşın Türkiye’nin bu tutum içerisinde
olmasındaki en büyük faktör ise Neorealizm’in kurucusu Kenneth Waltz’ın ‘güç dengesi
teorisi’ ile açıklanabilir. Soğuk savaşın nükleer savaşa sürüklenebileceği bu süreç içerisinde
ABD’nin Türkiye adına uygulamış olduğu yardımlar ve bunun neticesinde faydalandığı
stratejik konum Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir sürecin içerisine sürüklemiştir. Bunda etkili
olan en büyük faktör ise ABD’nin sahip olduğu yaptırım gücü ve buna bağlı olarak
kapasitesidir.
SSCB 1962 ilkbaharından, itibaren Küba'ya jüpiter benzeri orta menzilli Sovyet
füzeleri yerleştirmeye başladı. 16 Ekim l962'de. ABD istihbarat birimleri, Küba'da Sovyet
füzelerinin varlığını saptadılar. Ateşleme sistemlerini taşıyan Sovyet gemilerinin Küba'ya
ulaşmasını önlemek üzere ABD, 22 Ekim’den itibaren adaya abluka uygulamaya başladı. Bununla birlikte ABD, Küba’ya karşı ekonomik ambargo ve yaptırım kararı ile bu mücadele
için geri atan taraf olmayacağını ve misli ile karşılık vereceğini sert bir biçimde göstermiş
oldu. Böylece karşılıklı bu gerilim hiç olmadı kadar tırmanmış oldu. Ancak SSCB tarafından
uygulamaya geçirilen füzelerin Küba’ya yerleştirilmesi bir bakıma ABD’nin başarısızlıkla
gerçekleştirdiği ‘Domuzlar Körfezi Çıkarması’ ve sonrasında cereyan eden U-2 casus uçağı
olayı neticesinde gerçekleşen bir misilleme ile birlikte ABD topraklarını ciddi anlamda tehdit
eden bir nükleer güçtür. SSCB’nin bu girişimi ‘dışsal dengeleme’ ile açıklanabilir. Daha
önceki sert açıklamaları ABD uygulamalarını durdurmayıp durumun daha da önü alınamaz
bir ortama doğru seyir etmesi Küba desteğiyle birlikte gücün dengelenmesine sebebiyet vermiştir. 26 Ekim’de SSCB’den telgraf aracılığıyla ilk teklif geldi. Nikita Kruşçev,
mektubunda dolaylı olarak bu balistik füzelerin Küba’da olduğunu onaylamıştır. Mektubunda
ek olarak saldırı ve savunma amaçlı füzeleri nasıl gördüğünü belirmiştir. Teklif olarak ise
Küba’da ki füzeleri sökülmesi karşılığında ABD’nin Küba’ya yapılacak herhangi bir saldırıya
fiilen katılmayacağına dair güvence vermesini istemiştir. Ancak bu güvencenin verildiği
takdirde Küba’daki füzelerin sökülebileceğini beyan etmiştir.8 Bu olay dikkate alındığında
SSCB’nin teklifi ABD açısında gayet makul bir karardı. Çünkü Küba’daki füzelerin
kaldırılmasıyla birlikte ABD topraklarını tehdit edebilecek unsurlar da ortadan kalmış olacak
ayrıca Türkiye’deki jupiter füzeleri için herhangi bir talepte bulunulmaması şaşkınlığa yol
açmış oldu. Ancak 27 Ekim’de yine Kruşev tarafından dile getirilen hemen bir gün
sonrasında dile getirilen Küba’da yer alan füzelerin ancak Türkiye ve İtalya’daki füzelere
karşılık olarak kaldırılabileceği açık bir şekilde ifade ediliyordu. Böylece her iki taraf da
çözümün sonuçlandırılabilmesi için karşılıklı atılacak adımlar sonucunda ulaşabileceklerinin
farkına vardılar. Böylece füzelerin karşılıklı olarak kaldırılması süreci resmi olarak başlamış
oldu. Krize diplomatik bir çözüm bulabilmek için Jüpiterlerin pazarlık edilmesi gündeme
geldiğinde, Türkiye'nin böylesi bir pazarlıktan haberdar edilmemesi kararlaştırıldı. Kriz
öncesi Türkiye en az üç kez ABD'nin Jüpiterleri kaldırma girişimine negatif yanıt
verdiğinden, bu kez de benzeri nedenlerle olumsuz yanıt vereceği düşünülerek Türk
hükümetine pazarlık konusunda direkt görüş sorulmadan Ankara'daki ABD Büyükelçisi
Raymond Hare ve NATO nezdindeki Büyükelçi Thomas Finletter'dan 24 Ekim 1962'de
füzelerin kaldırılmasına ilişkin muhtemel Türk reaksiyonu hakkında görüş bildirmeleri
istendi.9 Bunun altında yatan sebepler ise Türk kamuoyunda oluşan SSCB karşıtlığı ve bunun
yanında ABD ve NATO’ya duyulan güven vardı. Dolayısıyla bu müzakerelerin başta Türk
hükümeti olmak üzere kamuoyunun da büyük tepkisine yol açabilirdi. Böylece oluşacak
herhangi bir huzursuzluk yeni tavizler verilmesine ön ayak olabilir ve ileriye dönük olarak da
bu huzursuzluk diğer NATO üye devletlerine sıçrayabilirdi. Aralık 1962 NATO Bakanlar
Konferansı'nda Amerikan Savunma Bakanı McNamara ve Dışişleri Bakanı Rusk sırasıyla
Savunma Bakanı İlhami Sancar ve Dışişleri Bakanı Erkin'e sökülme meselesini açıklarında
Sancar sökülmeye ilişkin olarak bunun Türkiye'nin moralini ve NATO'ya güvenini
etkileyeceğini söylerken; Erkin daha yumuşak bir tavırla ABD'nin Türkiye'nin güvenliğine
olan hassasiyetini Jüpiterler yerine başka bir biçimde yine etkin olarak gösterdiği sürece
füzeleri sökmenin büyük bir sorun olmayacağını belirtti. Bu tepkiler karşısında Kennedy
yönetimi Türkiye'nin bazı jestlerle ikna edilebileceğini düşünerek bir an önce göndereceği F104G uçaklarıyla Türk Hava kuvvetlerini güçlendirmeye ve Türkiye'ye artan miktarda
konvansiyonel silahlar sağlamaya karar verdi.10 ABD 23 Ocak l963'te jüpiterlerin
sökülmesini önerdiğinde bile, bu füzelerin daha modern teknolojiyle donatılmış Polaris
denizaltılarıyla değiştirilmesini olumlu bir gelişme olarak değerlendiren devlet adamları,
herhangi bir tepki göstermediler. Fakat, yavaş yavaş, Küba bunalımı sırasında Jüpiterlerin
pazarlık konusu yapıldığına duyulan inanç kamuoyunda güçleniyordu.11 Tüm dünyayı bir
nükleer savaşa sürükleyebilecek olan bu kriz 1963 ilkbaharında füzelerin sökülmesiyle son
bulmuştur.
Türk dış politikası açısında ‘Küba Füzeler Krizi’ çok boyutlu bir ders niteliği
taşımaktadır. Her ne kadar dönemin şartları gereği Türkiye tarafını açıkça belli etmek
zorunda bırakılsa da kendi çıkarlarını gözetmek adına diyalog kanallarının açık bırakılması
kazanç sağlayacak bir unsurdu. Özellikle süreç boyunca ABD’nin kontrolü ve istekleri
neticesinde hareket edilmesi Türkiye’nin çıkarlarıyla tam manada örtüşmediğini göstermekte
hatta bu yönde tek taraflı olarak ABD’ye bağımlı bir devlet haline gelindiğinin göstergesidir.
Türkiye topraklarının güvenliğini ilgilendiren bir meselede kendi göbek bağını kesemeyen bir
devlet için krizin sıcak çatışmaya dönüşmesi ihtimali göz önüne alındığında alınan riskin
boyutu hayati derece de mühim olup altından kalkılamayacak bir enkazın eşiğine gelindiği
açıkça göstermektedir. Bu nokta da ABD’nin karar alma mekanizmasının Türkiye’nin devlet
bütünlüğü ile tam olarak örtüşmemesinden kaynaklanmaktadır. Türk dış politikasını
şekillendiren adımlar atılabilmesi için çok yönlü ilişkiler kurularak olası kriz durumunda
farklı seçeneklerden yararlanılması gerektiği anlaşılmıştır. Zamanın akışkan olduğu bir
dünyada unutulmamalıdır ki ülkeler kendi çıkarları adına geçmişi bir kenara bırakıp yeni
ilişkilerin temellerini atmalıdır. Çünkü bu ilişkiler sadece tek boyutlu olmayıp her alanda ve
her yönde farklı amaçlar doğrultusunda geliştirilebilir. Önemli olan o ilişkiden doğacak olan
çıkarın maksimize edilmesini sağlamaktır. Ayrıca dış politika uygulamada karar alıcıların iç
politika unsurlarından ve kamuoyu tepkilerinden etkilenmemesi gerektiği ve net bir tutum
sergileyip duygusal bir yaklaşım uzak, ülkenin çıkarlarıyla ters düşebilecek ancak halkın
desteğini arkasına alacak bir politika izlemenin ileriye dönük olarak olumsuz sonuçlar
doğurabileceğinin bilincinde olunması gerektiğini farkına varılmış oldu. Sonuç olarak
Türkiye bu krizle birlikte sadece ABD yönlü bir dış politika izlemenin bakış açısını
daralttığını artık ön görebilecek ve ülke çıkarları ile uyuşan her türlü dış politikanın
uygulanmasında herhangi bir sorun teşkil etmediği ortaya çıkacaktır.
KAYNAKÇA
Oran, B. (2009). Türk Dış Politikası. İstanbul: İletişim Yayınları.
Sander, O. (2016) Türk-Amerikan İlişkileri: (1947-1964), Ankara: İmge Kitabevi.
Kissinger, H. (2000) Diplomasi. (Çev. İbrahim H. Kurt). İstanbul: Türkiye İş Bankası, (Kitabın
Orijinal Basımı 1994).
Erhan, Çağrı; “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşı’ndan
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
Balcı A. (2015). Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul: Küre Yayınları. Elde Edilme Tarihi: 18
Mayıs 2020
https://www.academia.edu/20298598/ULUSLARARASI_İLİŞKİLERE_GİRİŞ_özet_
Açık Öğretim Yayınları (2010). Uluslararası İlişkiler Kuramları II. 2010/9. Ankara
Sever, Ayşegül (1997) Yeni Bulgular Işığında 1962 Küba Krizi ve Türkiye. Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, s. 29
Sancaktar, Caner (2011) “Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikasına Marksist Yaklaşım”
Bilge Strateji, sayı: 5, sayfa 91
Utku, Mustafa (2017) “Küba Krizi 13 Ekim 1962 – 27 Ekim 1962” Süleyman Demirel
Üniversitesi Tarih Yayınları, s. 8
Doğan S. (2017, 23 Mart) Uluslararası Güvenlik Teorileri: Realizm. Elde Edilme Tarihi:
19.05.2020 https://medium.com/@srcndgn/uluslararası-güvenlik-teorileri-realizmf21cdb06e99d
Özgül L. (2017, 5 Mayıs) U-2 Casus Uçağı ve 1960 Yılında Yaşanan ABD-SSCB Casusluk
Girişimi. Elde Edilme Tarihi: 18.05.2020, https://www.muharebetarihi.com/u-2-casus-ucagive-1960-yilinda-yasanan-abd-sscb-casusluk-krizi/
Wikipedia (2020, 23 Nisan) Küba Füzeler Krizi. Elde Edilme Tarihi: 15.05.2020,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Küba_Füze_Krizi?veaction=edit
Wikipedia (2020, 2 Şubat) Barış İçinde Bir Arada Yaşama. Elde Edilme Tarihi: 17.05.2020,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Barış_içinde_bir_arada_yaşama
Wikipedia (2020, 5 Nisan) Soğuk Savaş. Elde Edilme Tarihi: 19.05.2020,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Soğuk_Savaş
Wikipedia (2020, 19 Ocak) Domuzlar Körfezi Çıkarması. Elde Edilme Tarihi: 17.05.2020,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Domuzlar_Körfezi_Çıkarması
Makalede de değindiğiniz üzere aslında iki ülke de birbirini denemiş yani ikisi de silahlı çatışmaya girmekten çekinmiş ama güç gösterisinden de vazgeçmemişler
YanıtlaSilDoğru bir bakış açısı olmuş.
Sil