29 MART 1980 SEİA ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
Türkiye-ABD ilişkilerinde çok boyutlu iş birliğine yol açan ekonomik ve askeri boyutlu
anlaşma olup özellikle NATO müttefikinin oluşturduğu bir sorumluluk bilinci ile
oluşturulmuştur. Özellikle bu anlaşmanın içeriğini ile uygulamaya konular şartlar bakımından
Türkiye adına bir çelişki mevcut olmasına karşın belli dönemler boyunca aralıklı olarak
sürdürülmeye devam edilmiştir. Bu ortak anlaşma her ne kadar Türkiye adına bir takım
faydalar sağlamak ile birlikte ileriye dönük olarak bakıldığında ise ABD’nin çıkarları ile tam
manada uyuşma göstermektedir.
Türkiye-ABD ilişkileri 2. Dünya Savaşı sonrasında özellikle Avrupa’da meydana
getirdiği yıkım sonrası SSCB tehdidine karşı ekonomik ve askeri bağlamda kalkınmanın
sağlanması ve SSCB boyunduruğuna girilmesinin önlenmesi amacıyla Truman Doktrini ve
ardından gelen Marshall Yardımları ile başlamıştır. Dönemin şartları neticesinde Türkiye kendi
siyasal bütünlüğünü sağlayabilmek adına ABD ile iş birliği içerisinde olmuş ancak bu iş birliği
zamanla ABD’ye bağımlı bir devlet yapısına bürünmesine sebebiyet vermiştir. Bu durum ise
özellikle hem SSCB’ye olan sınırları hem de Orta Doğu’ya olan yakınlığı neticesinde
Türkiye’yi jeostratejik açıdan önemli bir konumda bulunmasıyla açıklanabilir. Dolayısıyla
Türkiye sahip olduğu siyasal yapı ve gelişmekte olan bir ülke olması vesilesiyle ABD için
benzeri bulunmaz derecede önemli bir devlet konumuna sokmaktaydı.
Türkiye daha önce ABD’den aldığı yardımlar neticesinde askeri teçhizat açısından
büyük ölçüde ABD’ye bağımlı bir devlet konuma gelmiş. Özellikle ABD ordusunun bu
dönemlerde envanterinden çıkarmaya başladığı askeri mühimmatların yardım adı altında
Türkiye’ye tedarikinin gerçekleşmesiyle birlikte iki yönlü olmak üzere kazançlı bir konuma
geçmiş. Ayrıca gönderilen bu askeri malzemelerin yedek parçası ve bakımının yine ABD
tarafından gerçekleştirilebilecek olması ise ileriye dönük olarak ekonomik anlamda kazanç
sağlayan bir yatırım olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte bu ürünlerin kullanım
koşullarının ABD tarafından belirlenmesi de Türkiye’nin ellerini bağlayan başka bir mesele
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mart 1980’de iki ülke arasında imzalanan anlaşma ile özellikle Türkiye açısından ele
alındığında getirisinin çok büyük olacağı açık bir şekilde gözlenmektedir. Anlaşmanın
maddelerinin içeriği dikkatte alındığında özellikle ekonomik, savunma, bilimsel ve teknik
açıdan tam anlamda iş birliği öngörülmektedir. Bu manada dikkate alınması gereken husus
Türk ordusunun modernizasyonuna yönelik bir çalışma ve girişim içerisinde olunacağı
şeklinde değerlendirilmektedir. Anlaşmanın bir diğer maddesinde değinilen mevzu ise iki
ülkenin savunma alanındaki iş birliği ve buna bağlı olarak bu iş birliğinin anlam kazanabilmesi
için ise bunun sağlam bir ekonomi ile gerçekleştirilebileceği konusunda ortak bir paydada
buluşulmasıdır. Ayrıca NATO üye devletleri ile karşılıklı paylaşım içerisinde olunması ön şartı
ortaya konulmuştur. Bu maddelerden anlaşılacağı üzerine iki devlet de daha önce
gerçekleştirmiş oldukları anlaşmalara nazaran daha kapsayıcı ve yapıcı bir mutabakata varma
konusunda daha istekli görünmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere özellikle TSK’nın
modernizasyonu konusunda ABD’nin gerekli sorumlulukları yerine getireceğine dair yine daha
kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiği kabul görmüştür.
Tüm bu Türkiye lehine ortaya konulan maddelere istinaden ABD’nin kendi çıkarlarını
gözetmeden gerçekleştirilebilecek bir anlaşmanın uygulanması tabii ki mümkün değildir. Bu
doğrultuda yine başta da belirtildiği üzere geleceğe yönelik olarak günümüz ABD dış
politikasını şekillendirecek olan başta İncirlik Üssü olmak üzere Türkiye’de bulunan diğer
ABD üslerinin faaliyetleri konusunda devamlılığın sağlanması ve teknik işlemlerinin karşılıklı
olarak devam edilmesi konusunda mutabakata varılması koşulu ile gerçekleştirilmesi gerektiği
bir kez daha savunulmuş ve anlaşma maddelerinde de yer verilmiştir. Bu madde dikkate değer
önemli bir ayrıntı ise bu üslerin NATO ortak kararları doğrultusunda hizmete girebileceği ve
ABD’nin kişisel çıkarları doğrultusunda özellikle Orta Doğu’ya yönelik olası operasyonlarda
kullanılmasının önüne geçilmiştir. Ancak bu maddeye istinaden ilerleyen dönemlerde ABD
yine de kendi çıkarları doğrultusunda NATO’ya olan hükümlülüklerine karşın bu üsleri özel
amaçlar doğrultusunda kullanmayı sürdürdüğü gerçeğini değiştirmemektedir. Ayrıca üslerde
bulunan teknolojik teçhizatlar ile birlikte askeri ve sivil istihbaratın toplanması yönünde
gerçekleştirilecek çalışmalar ABD’yi önemli bir konuma getirmekle birlikte Türkiye’yi adeta
bir hedef tahtası konumuna sokmaktadır. Dolayısıyla tüm riskin Türkiye tarafından
göğüslenilmesi ileride doğacak anlaşmazlıklar karşısında yalnızlaşmasına sebep olacak bir
unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Anlaşmanın süresiyle ilgili olarak her iki ülke de beş yıl
boyunca üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceğine dair ortak bir paydada buluşmuştur.
Bu anlaşma sonrası ABD tarafından Türkiye’ye askeri malzemelerin sevkiyatı başlanmış ve
özellikle savaş uçağı, ağır silahlar ve tanksavar gibi birçok malzeme gönderilmiş ve ayrıca belli
malzemelerin ortak üretimi sağlanmıştır.
Anlaşma maddeleri açısından ele alındığında her iki ülke adına da ortak çıkar
sağlamaktadır. Ancak bu maddelerin uygulanabilirliği konusunda ise gücü elinde bulunduran
ülke ABD olduğundan dolayı gerçek anlamda Türkiye’ye istediği sonuçları vermemiştir.
Özellikle bütçe konusunda o dönemde ortaya atılan kongrenin onayı doğrultusunda istenilen
miktarların Türkiye’ye verilmesi konusunda uyumsuzluklar mevcuttur. Bu doğrultuda
ABD’nin istediğini elde edip Türkiye’nin ise beklentisinin karşılanmaması mevcut şartlar
altında dönemin siyasilerinin bir başarısızlığı olarak da değerlendirilebilir.
KAYNAKÇA
Oran, B. (2009). Türk Dış Politikası. İstanbul: İletişim Yayınları
DP iktidarı sonrası resmen ABD'ye bağımlı hale gelince diğer anlaşmalara imza atmaktan kaçınmak da neredeyse imkansızlaşmıştır
YanıtlaSilMakalede de bu konu üzerine yoğunlaştım. Yorumunuz için teşekkürler.
Sil