ORTA ÇAĞ OSMANLI İKTİSADİ YAPISINA DAİR KISA BİR İNCELEME
Osmanlı devleti hayatına 1299’da küçük bir sınır devleti olarak başladı, sonrasında
sınırlarını genişleterek bir imparatorluğa dönüştü ve 1923’te tarih sahnesinden çekildi. Diğer
beyliklere göre daha batıda ve Bizans sınırında kurulmuş olması, o dönem Bizans’ın yaşadığı
güç kaybı hızlı yükselişinde etkili olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde dini ve etnik
açıdan çeşitlilik gösteren göçebe, yarı göçebe grupların da bulunduğu köylü toplumunu,
ayrıca o dönemde dünyanın pek çok yerinden daha fazla olan bir şehirli nüfusunu
barındırıyordu. Bu durum Osmanlı’nın ekonomik yapısı şekillendiriyordu.
Osmanlı’da toplum iki ana gruptan oluşuyordu. Birinci grup Sultan ve onun
hizmetinde olan herkesi (askerler, din adamları, bürokratlar ve aileleri ile hizmetçi ve
kölelerini) kapsıyordu. Bu kişiler devlete sağladıkları hizmetler karşılığında vergi muafiyeti
ve başka imtiyazlardan yararlanıyorlardı. İkinci grup reaya adı verilen çiftçi, tüccar ve
esnaflardan oluşan vergi mükellefi olan nüfustu. Hukuk iki temele dayanıyordu. Birincisi
İslam’ın getirdiği hukuk sistemiydi. İkincisi ise Sultanın yaptığı kanun adı verilen genellikle
idare ve kamu ile ilgili olan, genel kabul görmüş bir geleneğe ya da prensibe dayalı olan
yasalardı. Merkezi yönetimin en önemli unsuru, Sultanın ikamet ettiği, görevlerine
atanmadan önce eyalet yöneticileri, kumandanlar ve Sultanın otoritesini temsil eden tüm
diğer kişilerin özel eğitimden geçirildikleri saraydı. Divan-ı Hümayün ise hem idarenin
başıydı hem de adalet sisteminin işlemesini sağlayan bir yüksek mahkeme niteliğindeydi.
Divan-ı Hümayün’ün bürokratları liyakat esas alınarak seçilirdi.
Osmanlı ekonomisi tarıma dayalıydı ve nüfusun çoğunluğu kırsalda çiftçilik ve
hayvancılıkla uğraşıyordu. Tarım sektörüyle ilgili önemli bir kurum tımar sistemiydi. Tımar
sisteminin esası, devlet mülkiyeti altındaki toprakların yine birer devlet memuru olan
sipahilerin gözetiminde kullanım hakkına sahip köylüler tarafından işletilmesidir. Tımar
sahibi yeterli sayıda asker yetiştirip savaş zamanı onları padişahın ordusunun emrine
vermekle yükümlüydü. Tımar sistemi Orta Çağ Avrupa’sındaki feodal sisteme benzer
görünse de temel bir farklılık söz konusuydu. Sipahi, feodal sistemdeki lordan farklı olarak
toprağın sahibi değildi ve devlete ait olan toprakta yasaların bir uygulayıcısı olarak belirli
devlet gelirlerini toplama hakkına sahipti. Bu nedenle Osmanlı toplumunda Avrupa’da
olduğu gibi aristokratik bir sınıf oluşmamıştı. Tarımsal üretimden alınan vergi ürün olarak
ödenen öşür vergisi idi. Bu vergiler doğrudan atlı ve silahları devlet tarafından temin edilen
askerler olan sipahiler tarafından toplanıyordu. Osmanlı’da adalet ilkesi gereği vergilerin adil
dağılmasına büyük önem veriliyordu. Devlet gelirlerinin %51’i doğrudan Sultana ait olup
doğrudan devlet hazinesine giriyordu. Bu gelirlerin büyük kısmı topraktan elde ediliyor,
kalanı tüccarların ödediği vergiler, gümrük resimleri, maden gelirleri ve gayrimüslimlerin
ödediği cizyelerden oluşuyordu. Merkez hazinenin gelirlerinin önemli bir kısmı kapıkulu ve
yeniçerilerin maaşları ile kamu binalarının inşa ve bakımında harcanırdı.
Ulaşım, taşımacılık, besin ve sanayi hammaddesi temininde öne çıkan hayvancılık,
Osmanlı ekonomisinin temel unsurlarındandı. Hayvancılıkla uğraşanlardan ağnam vergisi
alınmaktaydı. En gelişmiş sanayi dalı tekstil sanayisi ve dericilikti. Devlet, tersane, silah
sanayisi kuruluşlarını işletir, madenciliği de tekel olarak elinde bulundururdu. Balkanlar
dokumacılık, boyacılık ve dericilik başta olmak üzere geleneksel Osmanlı el sanatlarının
üretildiği sanayi ve ticaret merkezine dönüştüler. İmparatorluk konumu itibariyle ipek ve
baharat yolunun üzerinde yer alıyordu ve Akdeniz’e egemen oldu. Bu ticarete egemen
olabilmek için yabancı tüccarları yanına çekmesi gerektiğinden onlara kapitülasyon verdi.
İslam geleneği çerçevesinde ticarete özel bir önem veriliyordu ve tüccarlar hem diğer
kesimlere göre daha fazla prestije sahipti hem de daha az vergi ödüyordu. Esnaf loncalara üye
olmak zorundaydı ve esnaf olabilmek için çıraklık, kalfalık, ustalık eğitimi almak gerekliydi.
Loncalar denetleyici ve düzenleyici yetkilere sahiplerdi.
Batının aksine düzenli olarak gelişme kaydeden Osmanlı ekonomik anlamda
kalkınmayı belli bir ölçüde sağlamayı başarmış ve savaşlarda kazandığı zaferler ile birlikte
saray daha da zenginleşmişti. Özellikle bu dönem içerisinde Osmanlı ekonomisi içe dönük ve
ham madde ihtiyacını Anadolu’dan karşılamaktaydı. Dolayısıyla üretim sadece günlük
ihtiyaçları karşılayabilecek ölçüde gerçekleştirilmekteydi. Ancak bu durum İstanbul’un fethi
ile birlikte büyük bir değişikliğe uğramıştır.
Orta Çağ Osmanlı iktisadi yapısı, dönem getirdiği şartlar, Batılı devletlerin kendi
içlerinden yaşadıkları kaotik ortam ve bununla birlikte Osmanlı’nın coğrafi konumu ve
Anadolu beylikleriyle geliştirdiği ilişkiler neticesinde çok fazla avantaj sağlamıştır. Bu
durumu iyi yöneten Osmanlı bürokrasisi sınırlarını genişleten bu devlet adına kendisinden
önce var olan diğer Anadolu medeniyeti devletlerinin ekonomik yapısını örnek alarak kısa bir
süre içerisinde büyük gelişim göstermiştir. Bununla birlikte Osmanlı ekonomisi altın çağını
bu dönemin ardından yaşamıştır.
Sade, kısa ve açık bir dil ile yazılmış başarılı bir çalışma bence
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilGüzel yazı
YanıtlaSilFaydalı olmuştur umarım. Teşekkürler.
Sil