LİBYA İÇ SAVAŞINA DAİR KISA BİR DEĞERLENDİRME
1969 yılında darbe ile yönetimi ele alan ve bu iktidarını 42 yıl boyunca otoriter bir
rejim etrafında şekillendiren Muammer Kaddafi özellikle hüküm sürdüğü süreç içerisinde
kendisine karşı uygulanacak olan muhalif sesleri ortadan kaldırarak varlığını sağlam temeller
üzerine atmıştır. Ancak 2010 yılında Tunus’ta patlak veren ve günümüzde dahil etkisinin
hissedildiği dolayısıyla kesin olarak sona erdirilemeyen Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte
etkisinin Kuzey Afrika ülkelerinde hissettirilen iç ayaklanmalar ortaya çıktı. Bu
ayaklanmaların altında yatan temel sebepler ise; işsizlik, enflasyon, yozlaşma ve ifade
özgürlüğü gibi toplumun temelini yakından ilgilendiren sorunlar olarak ortaya çıkmıştır.
İktidarı boyunca baskın bir lider olarak varlığını sürdüren Kaddafi’ye karşı artık karşıt
görüşten seslerin varlığı da hissedilmeye başlandı. Sürekli olarak bastırılan halk Tunus’ta
gerçekleştirilen ayaklanmadan da cesaret alarak ilk dönemlerde belli bölgelerde sınırlı
kalmak koşuluyla Kaddafi’ye karşı başkaldırıda bulunmaya başlamışlardı.
Arap Baharı’nın ilk dönemlerinde halk hareketlenmesinin önüne geçebileceği
beklentisi oluşmuşsa da Tunus ve Mısır’daki direnişin sonuç vermesi bu beklentiyi tersine
çevirmiştir. Nitekim Kaddafi Libya’daki olayları lehine çevirip kısa sürede kontrol altına
alabileceğini öngörmüşse de durum Kaddafi’nin beklentinin tersine olmuş ve muhalifler
arasında iç savaş yaşanmıştır. Aslında Kaddafi için olayların kontrol altına alınamayacağı
muhaliflerin etkin olduğu Bingazi’yi kaybetmesiyle oldu.1 Muhalifler ve Kaddafi yönetimi
arasında gerçekleşen çatışmalar neticesinde bazı muhaliflerin öldürülmesiyle iki taraf
arasındaki gerilim daha da tırmandı. Buna istinaden Kaddafi ise gerçekleşen bu olayların
gerçeği yansıtmadığı ve uluslararası kamuoyunda hedef gösterildiğini dile getirdi. Bundan
dolayı Kaddafi, Libya’ya da gerilen ortamın herkesin gözleri önüne serilebilmesi adına
uluslararası medya kuruluşlarını Libya’ya davet etti. Buradaki amacı ise üzerinde hissettiği
yükü bir nebze olsa hafifletmek ve haklılığını dile getirebilmekti. Kaddafi özellikle medya
yolu ile iktidarının meşrutiyetini önce Libya halkına daha sonra ise kendisini hedef alan batı
medeniyetlerine göz dağı vermek hedefiydi. Özellikle NATO devletleri liderlerinin hep bir
ağızdan Kaddafi iktidarının meşrutiyetinin ortadan kalkığı ve dolayısıyla Libya’nın bu
süreçten sonra demokratik bir yönetim şekline geçmesi gerekliliğinin altı çizildi. Bununla
birlikte Libya halkının varlığının uygulanan askeri tehdit ile tehlike altına girdiği ve bu
durumun endişe verici olduğu belirtildi.
Kaddafi birlikleri ilerleyen günlerle birlikte muhalifler üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaya
başlarken bu durum yine NATO devletlerince endişe ile takip edilmekteydi. NATO'nun
düzenlediği hava saldırısında Libya lideri Muammer Kaddafi'nin en küçük oğlu Seyfül Arab
Kaddafi ile 3 torunu yaşamını yitirdi. Libya hükûmet sözcüsü Musa İbrahim açıklamasında,
Seyfül Arab'ın 29 yaşında olduğunu ve henüz Almanya'da öğrenimini sürdürdüğünü
belirterek, saldırıda ayrıca Kaddafi ailesi ve yakınlarından bazılarının yaralandığını kaydetti.
Musa İbrahim, saldırı sırasında Muammer Kaddafi'nin eşiyle birlikte evde olduğunu, ancak
her ikisinin de saldırıdan yara almadan kurtulduğunu söyledi. Bir NATO yetkilisi, başka bir
ateşkes teklifini dikkate almadan önce Kaddafi güçlerinin sivillere yönelik saldırılarına son
vermesini istedi. Kaddafi ordusunda büyük bir yıkıma sebep olan bu müdahale sonrası geri
çekilmeye başlayan muhalifleri cesaretlendirdi ve bu durum önü alınamayan yıkımın ilk
habercisi oldu. Askeri yönde büyük kayıplar veren Kaddafi yavaş yavaş üstünlüğünü
kaybetmeye başladı ve elinde tuttuğu şehirler muhaliflerce ele geçirildi. Yaklaşık iki ay kadar kuşatma altında kalan Kaddafi’nin bulunduğunu Sirte şehrinin düşmesi sonucu muhalifler
Kaddafi’yi linç ederek öldürdüler. Böylece Muammer Kaddafi’nin 42 yıllık liderliği son
bulmuş oldu. Silahlı çatışmalarının son bulmasıyla birlikte UGK lideri Mustafa Abdülcelil,
Muammer Kaddafi'ye karşı son sekiz aydır süren ayaklanmanın ardından Libya'nın
özgürlüğünü ilan etti. Celil Bingazi'deki kutlamalardan sonra kıldığı namazda Libya'nın
bundan sonra İslami kurallara göre yönetileceğini söyledi: "Müslüman bir ülke olarak bizler,
şeriatın hukukun temeli olacağını ve dolayısıyla İslam'ın prensipleriyle çelişen bütün
kanunların geçersiz kılındığını ilan ediyoruz" dedi.
Kaddafi’nin devrilmesiyle birlikte özellikle halkın içinde getirilerinin büyük olacağına
kuşkusuz bakılmaktaydı. Siyasal boşluğun tamamlanarak ekonomik boyutta kalkınmanın
sağlanması temel hedef olarak benimsenmişti. Dolayısıyla bu yıkım sonrası Libya’nın
geleceğini şekillendirecek olan en temel unsur başta ABD olmak üzere batılı devletlerin
desteğini almak olacaktı. Ancak devrim sonrası gerçekleştirilen ilk genel seçim sonrası hala
daha çatışma yanlısı olan silahlı güçlerin etkisiyle hedeflenen amaca ulaşılmasına engel oldu.
Böylece Libya üzerinde beklenilen demokratik boyutlu adımların atılmasının önü kesilerek
var olan kargaşanın içine çekilmesine sebebiyet verilmiş oldu. İlerleyen süreç ile birlikte tam
olarak siyasal bir otoritenin varlığının temellerinin atılamamış olması ekonomik anlamda da
Libya’nın bir buhran yaşamasına sebebiyet verilmiş oldu. Bununla birlikte Libya’nın siyasal
otorite boşluğundan yararlanarak eski asker Halife Hafter, 14 Şubat 2014'te televizyon
ekranlarından yaptığı açıklamada, askeri ve hayati öneme sahip noktaların ele
geçirildiğini, MGK'nin de çalışmalarının durdurulduğunu açıkladı. Hükümet ise Hafter'in
girişimini "başarısız bir darbe" şeklinde niteledi. Libya’nın geleceğinin inşaasının
tamamlanabilmesi adına ortak bir payda da buluşamayan çözümün silah yolluyla
gerçekleştirilmesini hedef edinmiştir. Bununla birlikte çok sesliliğin getirdiği siyasal
bunalım içinden çıkılmayacak bir kargaşaya sebebiyet vermiştir. Libya'da, düşük katılımla
gerçekleşen seçimlerin ardından, MGK seçimleri tanımadığını açıkladı. MGK ve yeni seçilen
Temsilciler Meclisi'ne bağlı gruplar arasında çatışmalar başladı. Yeni temsilciler meclisi,
Trablus'ta çalışamadığı için ülkenin batısındaki Tobruk kentine taşındı. Tobruk'ta Temsilciler
Meclisi'nin faaliyetlerinin ardından Libya'da silahlı gruplar üzerinden iktidar savaşı veren iki
meclis ortaya çıktı. Atılan adımların sonuç vermemesi uluslararası kamuoyunda da endişe ile
takip edildi. Bununla birlikte kontrol edilemeyen çok sayıdaki silahlı gruplar özellikle petrol
rezervleri için de büyük bir tehlike arz etmekteydi. Dolayısıyla bu rezervlerini kendi çıkar ve
amaçları doğrultusunda kullanılabilmesi olasılığı bu silahlı grupların bölgedeki varlığını daha
da güçlendirecek böylece bir türlü sağlanamayan siyasal otoritenin yapım süreci de uzamış
olacaktır. Bölge de söz sahibi olabilmek adına bu petrol rezervleri hayati derece de büyük
önem taşımaktaydı. Libya'da emekli general Halife Hafter'e bağlı güçler, eylül ayında ülkenin
doğusundaki petrol sahalarını kanlı çatışmaların ardından ele geçirdiğini duyurdu. Başkanlık
Konseyi'ne bağlı silahlı gruplar ise sahil kenti Sirte'yi 18 aylık mücadelenin ardından DEAŞ güçlerinden temizlediğini açıkladı. Bölgede var olan silahlı grupların faliyetleri ortadan
kaldırılarak petrol rezervleri bir bakıma güvence altına alınabilmiştir.
Muammer Kaddafi’nin iktidarda olduğu dönem ele alındığında karizmatik lider
yapısına sahip olmasıyla birlikte statükocu bir bakış açısıyla yönettiği Libya halkı üzerinde
büyük bir baskı yarattığı göz ardı edilemez. Buna karşın ekonomik anlamda bölgedeki
ülkelere nazaran belli miktarda kazanımlar elde edilmesi ve Libya halkına sağladığı imkanlar
göz önüne alındığında ise şu anki duruma nazaran çok daha iyi bir konumda olunduğu
söylenilebilir. Sekiz yıl geçmesine karşın hala daha otorite boşluğu yaşanan Libya’nın
geleceği yine kendi halkına bağlıdır. Dolayısıyla diğer ülkelerin müdahalesine karşın asıl
çözüm ülkenin ileri gelenlerinin aynı masa etrafında birleşmesiyle gerçekleşebilecektir.
Kötü bir barış, savaştan daha iyidir. -Gaius Cornelius Tacitus
Son cümle her şeyi açıklamış zaten
YanıtlaSilYorum için teşekkürler
YanıtlaSil