ADALET VE KALKINMA PARTİSİ DÖNEMİ TÜRKİYE-RUSYA DİPLOMATİK İLİŞKİLER
Özet: Geçmişten günümüze kadar olan süreç içerisinde Türkiye ve Rusya arasındaki olumlu
ve olumsuz yönde cereyan eden ilişkiler tüm dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu
sebepten dolayı hem içinde bulundukları coğrafyaya hem de etrafını çevreleyen devletler
üzerinde iz bırakabilmiş bu iki ülke sahip oldukları devlet yapısı sebebiyle sürekli olarak
uluslararası ilişkilerin vazgeçilemez birer unsuru olmuşlardır. Söz konusu bu iki ülkenin
özellikle son 20 yılda geçmiş yıllara nazaran ve düzenli olarak ivme kazanan bir yapı
oluşturması göz ardı edilemez. Bu gelişmelerin yaşanmasında Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ardından yeni kurulan bir devlet olan Rusya’nın başında bulunan Vladimir Putin
ve yenidünya sisteminde kendine yer arayan Türkiye’nin yönetimini üstlenen Recep Tayyip
Erdoğan’ın aynı dönemler içerisinde iktidarı ele geçirmeleri dolayısıyla dış politikanın
şekillenmesinde en büyük etmen olan bu iki lider uluslararası arena uzun sürece adlarından
bahsettirmeyi başaracaklardır.
Daha uzun yıllar iki ülkenin dış politikasına yön verecek olan bu iki liderin izledikleri yol
haritası kendilerinden sonra gelecek olan liderlere de örnek teşkil edecektir.
Anahtar Kelimeler: Çok Boyutlu Ortaklık, Kurumsallaşan İlişkiler, Karşılıklı Bağımlılık,
Kriz Yönetimi
Türk-Rus ilişkileri çok eski yıllara dayanmakla birlikte her dönemde değişen
uluslararası ortam ilişkileri farklı boyutlara taşımıştır. Bununla birlikte her iki ülkenin stratejik
konumu sebebiyle karşılıklı geliştirilen münasebetler yakın çağımızda daha da artış
göstermiştir. SSCB yıkılmasıyla yerine 25 Aralık 1991’de kurulan Rusya Federasyonu, Sovyet
dış politikasının aksine daha ılımlı bir yol haritası izlemeyi tercih etmiştir. Bunda etkili olan
faktör ise Soğuk Savaş’ta ABD ile girdiği silahlanma yarışı en temel etmen olarak göze
çarpmaktadır.
2000’li yıllar hem Türkiye hem de Rusya için arayış dönemi olarak tanımlanabilir.
Rusya küllerinden yeniden doğup uluslararası arenada kaybettiği prestijine yeniden sahip
olmayı amaç edinip bu doğrultuda bir tutum göstermiştir. 14 Ağustos 2001 tarihinde bugünkü
cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde kurulan AKP kuruluşunun ardından
yaklaşık 15 ay sonra iktidara gelip günümüze kadar Türk iç ve dış siyasetine yön verecektir.1
Aynı dönem içerisinde ise tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi Rusya’nın liderliğini 2000 yılında
devralan ve hala daha görev yapmakta olan Vladimir Putin üstlenmektedir. İkilinin hemen
hemen aynı dönemler içerisinde ülke yönetimini ele almaları Türkiye-Rusya ilişkilerinin en
önemli yapı taşlarını oluşturmaktadır. Uzun yıllar iktidarı elinde tutmayı başaran iki lider
karşılıklı geliştirilen dış politikada istikrarın sağlanmasında büyük bir paya sahiptirler. Böylece
ilişkilerde çok sesliliği ortadan kaldırıp ortak amaç doğrultusunda aynı paydada buluşmayı
kendilerine hedef edinmişlerdir.
İlişkilerde her iki ülke de yapıcı kararlar alabilmek ve bunu uygulamaya koyabilmek
adına Üst Düzey İş birliği Konseyi (ÜDİK), Toplumsal Forum ve Ortak Stratejik Planlama
Grubu (OSPG) gibi mekanizmalar oluşturulup çalışmaların daha profesyonel bir görünüm
kazanmasına ön ayak sağlanmıştır. Böylece iki ülke arasında alınan kararlar uluslararası
kamuoyunda bağlayıcı niteliğe sahip olacaktır.
Direkt olarak iki ülke ilişkilerini etkilememekle birlikte ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle
birlikte mecliste oylanan 1 Mart 2003 tezkeresinin reddi ilişkilere farklı bir boyut
kazandırmıştır. NATO üye devleti olan Türkiye’nin ABD’nin yardım çağrısını cevapsız
bırakması Soğuk Savaş döneminden beri rakibi olduğu Rusya tarafından olumlu karşılanmıştır.
Bununla birlikte işgalin başarısızlığa uğramasıyla hem ekonomik alanda büyük bir fatura
ödemek zorunda kalmış hem de uluslararası alanda prestij kaybına sebebiyet vermiştir.
2005 yılına gelindiğinde ilişkilerin daha da olumlu yönde seyir ettiği görülmektedir. Bu
dönemde Erdoğan ve Putin tam dört kez bir araya gelmiş ikili arasında sıkça gerçekleştirilen
telefon görüşmeleriyle karşılıklı fikir beyanlarında bulunmuşlardır. Artan bu görüşmeler
neticesinde ikili ticaret hacmi diğer yıllara oranla daha da artış göstermiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Türkiye’den Rusya’ya yapılan
cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ilk ziyaret, dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in
Haziran 2006 tarihinde gerçekleştirdiği seyahattir. Ziyaretin temel amacı ekonomik boyutlu
olup Türkiye-Rusya ilişkilerinin temel yapı taşını oluşturmaktadır. Rusya’nın sahip olduğu
doğalgaz rezervi ve Türkiye’nin jeopolitik konumu göz önüne alındığında her iki devletinde
karşılıklı çıkarlarını gözetmesi gayet doğal bir hal almaktadır.
8 Ağustos 2008 tarihinde 5 gün sürecek olan Rusya-Gürcistan savaşı patlak verir.
Rusya’nın bu savaştan galip çıkmasıyla birlikte Türkiye’nin de üye olduğu NATO tarafından
sertçe eleştiri oklarının hedefi olur. Türkiye, Rusya ile ilişkilerini geliştirse de sınırlarında
gerçekleşen bu olaydan dolayı rahatsız olur ancak bunu kamuoyuna yansıtmaz. Bunun altında
yatan sebep ise Türkiye’nin Rusya’ya olan doğalgaz bağımlılığıdır. Ayrıca Sovyetler Birliği
ve daha öncesi dönemlere bakıldığında Rusya’nın Kafkaslar üzerindeki baskısı ve egemenliği
Türkiye tarafından göz ardı edilemez bir durum teşkil etmiştir. Böylece Türkiye hem sınır
komşusu Gürcistan ile hem de stratejik ortağı olarak gördüğü Rusya’yla arasında bir denge
politikası izleyerek oluşabilecek herhangi bir kriz ihtimalini en aza indirmeyi başarabilmiştir.
Bununla birlikte NATO üye ülkelerinin boğazlarımızı kullanarak Gürcistan’a yardım gemileri
gönderilmiş ancak Rusya bu durumu Montrö’yü işaret ederek Türkiye’nin antlaşmanın
şartlarına uyulmadığını gerekçe göstererek rahatsızlıklarını dile getirseler de bu durum daha
fazla büyümeden çözüme kavuşmuştur.
İlişkilerin sağlam temellere atılmasındaki en büyük aktörlerden biri de Abdullah
Gül’dür. Dış politikada uyguladığı yöntemler neticesinde Abdullah Gül, Türkiye-Rusya
ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır. Artık ilişkiler kurumsallaşmış, atılan her adım ince
bir titizlik ile seçilmişti. Daha önceki yıllara istinaden 2009 yılı itibariyle iki ülkenin izlediği
politikalar sonucunda anlaşmazlıklar, dönemin şartları ve her iki ülkenin takındığı durum
karşısında kartopu tekniği misali önü alınılamayıp giderek büyüyen bir probleme dönüşür iken
artık teknolojik gelişmeler, ılımlı yaklaşımlar ve diplomasiyle birlikte sorunun temeline inilip
iş birliğiyle problemler büyümeden kısa sürede çözüm bulunabilir hale gelmiş oldu. Artık iki
ülke de birbirini stratejik ortak olarak tanımlayacak ve ortak çıkarlar doğrultusunda iş birliğinin
sağlandığı uluslararası çapta dile getirilecek.
2010 yılı itibariyle kurumsal bir boyut kazanan ilişkiler neticesinde gelenek hale
getirilen ve iki ülkenin başbakanlarının başkanlığında gerçekleştirilen Üst Düzey İş Birliği
Konseyi aracılığıyla karşılıklı fikir beyanlarında bulunulmaya başlanılmıştır. Bununla birlikte
Ortak Stratejik Planlama Grubu toplantıları aracılığıyla iki ülkenin dış işleri bakanları ve
heyetleriyle görüşmeler düzenlenmeye başlanmıştır. Diplomatik süreç böylece çok boyutluluk
kazanarak her alanda daha ayrıntılı bilgi paylaşımı gerçekleştirilmiştir. Dönemin sağladığı
imkanlar neticesinde hızlı ve tutarlı kararlar almak kolay bir hale almıştır. Ayrıca Türk ve Rus
iş insanlarını bir araya toplayıp bu iki ülke pazarının niteliklerini geliştirilen diplomatik ilişkiler
sayesinde daha yakından tanımak ve fırsat yaratmak böylece hem ekonomik hem de diplomatik
ilişkileri ileriye taşınmasını sağlayacak olan Türk-Rus Toplumsal Forum’u aracılığıyla
gerçekleştirilmiş oldu. İş insanları iyi ilişkiler sürdüren bu iki devlet arasında hem ticaret
gerçekleştirecek hem de yeni yatırımların önünü açacak.
Aynı dönem içerisinde ilk kez Türkiye tarafından Tataristan’ın başkenti Kazan’a
dönemin cumhurbaşkanı Abdullah gül tarafından resmi bir ziyaret gerçekleştirilir. Tataristan’ın
etnik yapısına bakıldığı zaman tarihten bu yana Türk kökenine sahip olan ve günümüzde dahi
üzerinde bulunduğu coğrafyaya karşın bu kültürel mirası korumayı başarabilen ayrıca Orta
Asya’daki diğer Türk halklarına göre Rusya ile ilişkilerini üst düzeyde tutmayı
gerçekleştirebilmiş bir Özerk Cumhuriyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahip olduğumuz
birçok ortak değerlere rağmen bu zamana kadar üst düzeyde ilişkiler gerçekleştirilememesinin
sebebi ise SSCB ve onun mirasçısı Rusya Federasyonu’ndan kaynaklanmak ile birlikte
Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi konumu ön plana çıkmaktadır. Rusya ile her alanda yürütülen
ilişkiler doğrultusunda karşılıklı güven ortamının oluşması her iki devletinde ilişkilerde açıklık
politikasını izlemesinden dolayı kaynaklanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin Orta Asya’daki
Türki cumhuriyetler ile gerçekleştireceği ikili ilişkilere Rusya’nın müdahalesi ve tutumu artık
ortadan kalkmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde, Türkiye’nin Orta Asya’da PanTürkizim politikası izlemesinden kaynaklanan korku artık ortadan kalkmıştır. Yenidünya
düzeniyle birlikte Türkiye Rusya’nın veya herhangi bir devletinin iç işlerine karışması söz
konusu dahi değildir.
2010 yılında uluslararası kamuoyunu ilgilendiren ve Türkiye-İsrail ilişkilerinde
gerilime neden olacak İnsani Yardım Vakfı’na ait Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda
İsrail askerlerinin saldırısı sonucu Türk vatandaşlarının şehit olmasıyla son bulan meseledir.
Saldırı sonrası dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafında İsrail sert bir dil ile
eleştirilmiş ancak muhalefet tarafından oy politikası olarak eleştirilmiştir. Yıllar geçtikte
Türkiye Mavi Marmara meselesini dış politika malzemesi olarak kullanmaya devam etmiş
ancak söylemlerde değişiklikler meydana gelmiştir. Önce Mavi Marmara’nın Gazze’deki
insanlara yardım amacıyla dönemin otorite sahiplerince gönderildiğine dair açıklamalarda
bulunulmuş ardından değişen düzen ile birlikte giderken insani yardımların devlet eliyle ihtiyaç
sahiplerine ulaştırıldığı, bize mi sordunuz söylemleriyle hafızalarda yer etmiştir. Bununla
birlikte gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerinde, Rusya ise Türkiye’nin yanında bir tutum sergilemiş
ancak artan gerilimin ancak diplomasi yoluyla sonuca bağlanabileceğini belirtilmiştir.
Rusya’nın bu tutumundaki asıl sebep ise orta doğuda söz nüksedebilecek gerilimi ortadan
kaldırmak ve dolayısıyla bölgeyi bir bakıma kontrol altında tutabilmektir. Rusya’nın orta
doğuda söz sahibi olma çabasının bir diğer nedeni ise ABD’nin bölgeye olan hakimiyetidir. İki
ülke de kendi topraklarından uzakta karşı karşıya gelerek üstünlük kurma ve bölgede söz sahibi
olma yarışı içerine girmiştir.
2010’da Libya İç Savaş’ı ile başlayan ve etkisinin günümüzde dahil sürdüğü Arap
Baharı, Nisan 2011’de Suriye’ye sıçramış ve hala daha Türkiye-Rusya ilişkilerinde önemli rol
oynamaya devam etmektedir. Türkiye açısından Suriye meselesi dış politikayı en çok meşgul
eden mesele haline gelmiştir. Arap baharının yaşandığı diğer ülkelere bakıldığında belli bir
süreç içerisinde BM ve NATO gibi unsurlar aracılığıyla sorunlar ortadan kalkmış veya geçici
çözüm önerileri masaya yatırılmıştır. Ancak Suriye’de yaklaşık 9 yıl geçmesine karşın tam
anlamıyla uluslararası komisyonlar aracılığıyla çözüm sağlanamamış hatta fikir ayrılıklarından
doğan anlaşmazlıklar sürecin uzamasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte bölgede bulunan
ve farklı ideoloji ve fikirleri savunan silahlı örgütlerin oluşturduğu yıkım ise Suriye’de
yaraların kabuk bağlamasına bile fırsat tanımamıştır. Buna karşın Türkiye sınır güvenliğini ve
olası tehditlere karşı ve büyük güçlerin dayatmalarına rağmen Suriye’ye sınır ötesi
operasyonları gerçekleştirilmiş böylece doğabilecek problemlere karşı önceden önlem almıştır.
Ayrıca iç savaş ile birlikte ülkemize kontrolsüz bir göç dalgası gelmiş ve Türkiye’nin izlediği
duygusal politikalar sebebiyle savaştan kaçan Suriyeliler ülkemize sığınmıştır. Her ne kadar bu
göç dalgası başka ülkelere yayılsa da ülkemizdeki Suriye vatandaşlarının sayısı diğer ülkelere
oranla oldukça fazladır. Türkiye-Rusya ilişkilerini etkileyen konu ise Suriye rejimi üzerindeki
tartışmalar şekillendirmiştir. Türkiye, Suriye’nin egemenliğinin yeniden kazanılması ve
yabancı devletlere olan bağımlılığını ortadan kaldırabilmesi için Esad rejiminin
değiştirilmesini savunmaktadır. Ancak bu durum krize neden olmakta ve bölgenin refahı için
bir çözüm olarak görülmemektedir. Diğer yandan Putin yönetimi ise Suriye’nin yeniden
yapılanabilmesi adına var olan Esad rejimi ile bölgede söz sahibi olan devletlerin aynı masaya
oturulması gerektiğini savunmaktadır. Türkiye başlarda iç mesele olarak değerlendirdiği
olayların krize dönüşmesiyle birlikte yumuşak tavır yerini sert söylemlere hatta yaptırımlara
bırakacaktır. Rusya ise bölgede huzurun tekrardan sağlanabilmesi adına diyalog kanallarının
açılmasının gerekliliğini savunacaktır. Rusya ve diğer büyük devletlerin bölgenin toprak
bütünlüğünün korunması için Türkiye’ye karşı farklı fikir beyan edilse de Türkiye’nin kararlı
tutumu geri adım atılmayacağını net bir biçimde ifade etmiştir. Sınır güvenliğinin sağlanması
ve Suriye’deki terör gruplarının ortadan kaldırılması için çaba gösteren her ne kadar
uluslararası arena da yalnız kalsa da bu tutumundan taviz vermeye niyetli değildir. Ayrıca
ülkemizde bulunan 4 milyonu aşkın Suriyelinin ülkelerine geri gönderilmelerinin farkında olan
ve ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmekte zorluk çeken Türkiye aradığı desteği tam
anlamıyla bulamamıştır.
Tartışmaların hala daha sürdüğü ve devam edeceği görülen Suriye meselesi, Türkiye -
Rusya ilişkileri açısından son derece önemlidir. Suriye meselesinin en kısa sürede çözüme
kavuşması her iki ülkenin de en büyük temennisidir. Bölgedeki istikrarın sağlanması tarafların
çıkarlarını da olumlu yönde etkileyecek uluslararası boyuttaki bir problemin çözümünde rol
oynayan bu iki devletin prestiji her alanda artacaktır.
Türkiye-Rusya ilişkilerine yön veren bir diğer mesele ise önceden planlanarak
uygulanmaya koyulan 16 Mart 2014’de Kırım’ın ilhakıdır. Rusya’nın bu uygulamasını başta
BM olmak üzere diğer bütün devletler uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri
sürdürmüşlerdir. Ancak Rusya tüm bu karşı tutumlara rağmen Kırım’ın referandum yoluyla
Rusya’ya bağlandığını göstererek geri adım atılmayacağını net bir şekilde göstermiştir. Öte yandan Türkiye’yi ilgilendiren mesele ise Kırım’da bulunan etnik yapı ve ilhak sonrası Rusya
ile olan enerji ticaretidir. İlk olarak Kırım kozmopolit bir yapıya sahip olup farklı milletten
insanları bir arada tutmaktadır. Nüfusunun önemli bir bölümünü ise Kırım Tatarlarıdır.
Rusya’nın ilhakından bölgedeki Kırım Tatarları da olumsuz yönde etkilenmiş hatta zorunlu
göçe zorlanmışlardır. Kırım Tatarları’nın kökenleri de bizim gibi orta Asya Türklerine
dayanmakla birlikte Türkiye’de her ne kadar çok boyutlu ortak olarak nitelendirdiği Rusya’nın
ilhakını tanımadığı gibi Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana tavır almıştır. Bununla
birlikte uluslararası kamuoyunda Kırım’ın ilhakı çoğu devletçe tanınmamış hatta Kırım’a karşı
ortak bir tutum sergilenip Rusya’nın direncini kırmak hedeflenmiştir. Ancak Rusya, Kırım
üzerinde sahip olduğu haklarından vazgeçmemiştir. Türkiye’nin bu ilhak karşısındaki tutumu
Rusya ile herhangi bir krize neden olmamış aksine enerji odaklı geliştirilen ortaklık daha da
büyümüştür.
Her geçen yıl artan ticaret hacmi, düzenli hale getirilen komisyonlar, karşılıklı telefon
görüşmeleri, yöneticilerin karşılıklı ziyaretleri, özel sektörde artan girişimler, kültürel bazda
ortaya çıkartılan çalışmalara karşın Suriye toprakları üzerindeki fikir ayrılıklarından doğan
anlaşmazlıklar neticesinde 24 Kasım 2015 tarihinde Rus SU-24 tipi savaş uçağının birden fazla
ikaza rağmen hava sahamızı ihlal etmesi gerekçe gösterilerek düşürülmesiyle birlikte iki taraf
arasındaki ilişkiler çıkmaza girmiştir. Türkiye sınır güvenliğini savunarak haklılığını
uluslararası kamuoyunda da savunsa da bu durum Rusya tarafından kabul edilmemiştir.
Gelişen bu olayın ardından Rusya devlet Başkanı revizyonist bir politika izleyerek özellikle
ikili ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına getirmiş, Türkiye’ye gelen Rus turist
sayısında ciddi derecede düşüş yaşanmış, karşılıklı vize serbesti anlaşması Rusya tarafından
kaldırılmış, Türk iş insanları sebep gösterilmeden sınır dışı edilmiştir. Rusya’nın bu
misillemelerine karşı Türkiye haklılığını savunmakla birlikte bir an önce ilişkilerin
normalleşmesi için adım atması gereken taraf olarak gösterilmiştir. Ayrıca bu durum doğalgaz
bakımından Rusya ile bağımlılık derecesinde güçlü ilişkiler kuran Türkiye tarafından endişe
ile karşılanmıştır. Ayrıca iki ülke arasında krize neden olan bu olay ikili ilişkileri olumsuz
etkilemenin yanı sıra Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından da sorun teşkil etmekteydi. Bu
durum karşısında diyalogsuz geçen her gün küçük problemlerin giderek bir yığın haline
gelmesine böylece altından kalkılmaz bir hal olmasına sebebiyet vermekteydi. Daha sonrasında
Rusya fikir ayrılıklarının sebep göstererek Suriye’deki varlığını ve silah gücünü arttırarak
bölgenin geleceği hakkında tek karar verici ülke konumuna gelmeyi hedef edinmiş bu
doğrultuda Türkiye’yi bölgedeki terör gruplarına yardım etmekle itham etmiş böylece sonu
gelmeyen bir kaos ortamının her zaman Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüştüğünü öne atarak
uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin prestij kaybetmesine dolayısıyla Suriye’nin geleceği
hakkında karar verme sürecine katılmasının önüne geçilmeyi hedef edinilmiştir. Rusya bu
konuda attığı adımlarla her ne kadar başarılı olamasa da Türkiye’ye karşı uyguladığı
yaptırımlar ekonomik anlamda Türkiye’nin elini zayıflattığı göz ardı edilemez. Ancak bununla
birlikte Türkiye doğalgaz ithal eden bir ülke olarak Rusya için çok değerli bir pazar
konumundadır ve ayrıca ülke topraklarından geçen doğalgaz boru hatları Türkiye’nin elini
güçlendirebilecek bir durum teşkil etmektedir. Dolayısıyla iki ülke de karşılıklı çıkarlar
doğrultusunda birbirine bağımlı hale gelmiştir. Bu durum karşısında bozulan ilişkilerin eski
haline getirilmemesi her iki ülkenin de aleyhinde sonuçlar doğurması kaçınılmaz bir hal
alabilirdi.
İlişkilerin normalleşme sürecine girmesi 27 Haziran 2016 tarihinde cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ile gerçekleştirdiği mektup
diplomasisiyle birlikte aradaki buzların erimesine ön ayak sağlanmış oldu. Ardından ikilinin
yaşanan sıkıntılı dönemlerin aksine gayet yapıcı bir tutum sergilemesi ilişkilerin her ne kadar
eskisi gibi olmasa da aradan geçen zaman ile birlikte yeniden düzene girebileceğinin en açık
göstergesidir. Rus savaş uçağının düşürülmesinde NATO üye devleti Türkiye’nin, Rusya ile
geliştirdiği münasebetler doğrultusunda üye devletlerin bu durumu kuşku ile seyrettiği bununla
birlikte Türkiye’nin iç politikasında büyük sıkıntılara sebebiyet veren Fetullahçı terör örgütü
aracılığı doğrultusunda ABD ve diğer batı devletlerinden uzaklaşıp Rusya ile geliştirdiği iyi
ilişkiler geliştirmesi ele alındığında ortaya çıkan bu krizin altında yatan sebebin batı
devletlerinin bu terör örgütü aracılığıyla Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri provoke etmek
amacıyla gerçekleştirildiği görülmektedir. Böylece Suriye’nin geleceği üzerinde bir türlü
sonuca varamayan bu iki stratejik ortak bölgede istikrarı sağlayabilmek adına ABD desteğine
ihtiyaç duyacağını belirtmek zorunda kalacak ve böylece söz sahibi olma hakkında da mahrum
bırakılabilecektir. Her ne kadar Suriye’nin geleceği üzerine farklı görüşlere sahip olunsa bile
çözüm için birlikte hareket etmek Türkiye ve Rusya için atılabilecek en doğru karardı.
Kriz sonrası karşılıklı münasebetler tekrar eski haline almaya başlar iken 19 Aralık
2016 tarihinde Rusya’nın Ankara büyükelçisi Karlov’un bir suikast sonucu hayatını
kaybetmesi iki ülke içinde büyük bir şoka sebebiyet veriyor. Ancak uçak krizi sonrası dersini
alan her iki ülke de gerçekleşen bu vahim olay karşısında gayet ılımlı ve tutarlı adımlar
atıyorlar. Böylece ilişkilerin bozulmasının önüne geçilerek bu suikastın emrini veren kişilerin
amaçlarına ulaşmalarının bir bakıma önüne geçilmiş olunuyor. Dolayısıyla kamuoyunun
beklentisinin aksine ilişkiler olumsuz yönde etkilenmemek ile birlikte her iki devlet yöneticisi
de birlik ve beraberlik mesajları paylaşıyorlar. Gerçekleştirilen bu suikast sonrası hem Putin
hem de Erdoğan bunun bir provokasyon olduğunu belirtip hem iki ülkenin iç politikasında
kaosa sürükleyecek bir ortam olunmasına imkan verilemeyeceği hem de Suriye’nin toprak
bütünlüğüne bu yollarla müdahale edilemeyeceğinin net bir dille altı çizilmiştir.
Bu dönemde ilişkileri yönlendiren temel faktörler enerji politikaları ve Suriye krizinin
yarattığı faktörlerdir. AKP’nin 2002 yılı itibariyle iktidara gelmesiyle Türkiye-Rusya ilişkileri
dönem dönem doğan problemlere karşın zaman içerisinde sürekli olarak gelişim göstermiştir.
Bundan sonraki süreç içinde Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası konum hem Rusya hem
de batılı devletler ile geliştireceği münasebetler doğrultusunda daha da artacağı göz ardı
edilemez.
SONUÇ: 2002 tarihinde iktidara gelen AKP yönetimi Türk dış politikasına da yön vermiştir.
Türkiye-Rusya ilişkilerine yeni bir boyut kazandıran Recep Tayyip Erdoğan özellikle
sergilediği yapıcı tavır ile Türkiye devleti adına büyük kazanımlar elde edilmiştir. İlk yıllar
itibariyle daha gelenekçi bir çizgi çizen her iki ülke yıllar içinde modern bir dış politika izleyip
özellikle karşılıklı güven ve açıklık ilkesini gereklerini yerine getirmişlerdir. İki ülkenin
ilişkilerindeki en önemli unsuru enerji oluştururken, askeri ve turizm alanlarında atılan adımlar
ilişkileri iyice pekiştirmiştir. İlişkilerin kurumsallaşmasıyla birlikte karşılıklı atılan adımlar
sistematik hale getirilmiş olup planlı bir diplomatik ilişki inşa edilmiştir. İlişkilerde büyük bir
gerilime neden olacak iki husus meydana gelmiştir. İlki etkisinin hala daha devam ettiği Suriye
iç savaşının patlak vermesi sebebiyle görüş ayrılıklarından doğacak olan anlaşmazlık, ikincisi
ise Rus savaş uçağının düşürülmesi meselesidir. Taraflar patlak veren bu krizler neticesinde ilk
başlarda fevri kararlar almalarından dolayı ilişkiler zarar görecek ancak daha fazla uzatılmadan
diplomasi aracılığıyla ortak bir paydada buluşacaklardır.
İlişkilerdeki önemli gelişmeleri anlamak ve hatırlamak adına gerçekten önemli bir çalışma. Ayrıca konuya ilgi duyanlar için faydalı bir makale olmuş
YanıtlaSilOlumlu yorumunuz için teşekkür ederim.
Silİlişkilerde her dönem bir iniş çıkış yaşanmış. Sürekli bir istikrar sağlanabilse keşke
YanıtlaSilUluslararası ilişkilerde bu durumun sağlanması pek mümkün değil ancak ilişkilerin geliştirilmesi ise Türkiye için önemli bir durum.
SilKaleminize sağlık güzel bir makale olmuş bence
YanıtlaSilTeşekkürler
Sil